7 Aralık 2014 Pazar

MAVİ

          Verandaya çarpan yağmur damlacıklarının sesi hoş bir ritim tutturup melodiksel bir ziyafet sunarken, Münire Hanım yağmurun ritmine sallanan sandalyesiyle ayak uydurup, ördüğü dantele kocaman bir çiçek deseni veriyordu. Ara ara düşen yıldırımların aydınlığı loş ampülü bastırıp odayı mavi bir renge boyuyordu. Yine odanın masmavi olduğu anlardan biriydi, beyaz renkli ahşap kapı hızlı hızlı yumruklandı. Münire Hanım sandalyesinden kalkıp, yaşından beklenmeyen çevik adımlarla kapıya doğru ilerledi. Selahattin Bey baştan aşağı sırılsıklam içeriye girerken, “Nerede kaldın bey? Öldüm meraktan.” diyerek ilgisini belli etti kadın.
“Yağmur başlayınca diner umuduyla bir saçağın altına sığındım, dinmeyeceğini anlayınca ıslanmayı göze alarak yola koyuldum. Neyse hanımın, bak merak edecek bir şey yok, sağsalim döndüm eve ama bir anca önce kurulanmazsam meraklanmanı gerektirecek bir soğuk algınlığım olacak.” diyerek gülümsedikten sonra gıcırdayan ahşap merdivenlerden yavaş yavaş yukarıya çıktı yaşlı adam. Münire Hanım yemek masasını çoktan hazırlamıştı, ancak eşi gelmeden asla yalnız oturmazdı masaya. Onun için bu, kendi kendine koyduğu bir kuraldı. Masaya son bir kez daha göz gezdirdi. Tabaklar, çatal kaşıklar, salata, tuz, karabiber... Her şeyin tam olduğu kanısına vardıktan sonra mutfağa gidip tarhana çorbasının altını yaktı. Elinde sıcak tencereyle geriye döndüğünde Selahattin Bey üstünü değiştirip aşağı inmişti, çok üşümüş olmalı ki masanın şömineye en yakın köşesine oturmuş çıtırdayan odunların sesini dinliyordu. Hayatta en haz aldığı seslerden biriydi bu. Evlerinde kalorifer olmasına rağmen, emekli yazı işleri müdürü Selahattin Bey şöminesini her gece yakmaktan vazgeçememişti. Servisi yaptıktan sonra otuzbeş yıllık hayat arkadaşının karşısına oturdu Münire Hanım.
“Bu zamana kadar acıkmadın mı hanımcığım? Yeseydin yemeğini.” 
“Atıştırdım ben bey.” diye gülümsedi yaşlı kadın. Kocası onun tek başına yemek yemeyeceğini bilirdi, yine de bilmezden gelip her defasında sorardı. Yıllardır iki eş arasında küçük bir oyun, bir sevgi gösterisi olmuştu bu durum. 



          Çorbalarından henüz bir kaç yudum içmişlerdi. Dışarıda bir arabanın motor sesini, ardından kapanan kapılarını duyduklarında merakla birbirlerine baktılar. Şehrin gürültüsünden, havasından hoşlanmadıkları için evleri şehrin dışında yalnız bir evdi. Bu vakitte saatte bir geçen halk otobüsünden başka bir vasıta uğramazdı buralara. Kısa bir zaman sonra ahşap kapının ağır demir tokmağı üç defa vurdu. Kim olabilirdi bu saatte? Yaşlı adam sandalyesini yavaşça geriye itip ayağa kalktı, o kapıya doğru ağır adımlarla ilerlerken eşi meraklı gözlerle onu takip ediyordu. Kapının açılmasıyla birlikte “Süpriz, biz geldik!” diye neşe dolu bir ses yayıldı odaya. Melek hemen babasının kucağından dedesinin  boynuna atladı. Münire Hanım torununun sesiyle sanki yeninden doğmuş gibi kalktı masadan. Oğluna, gelinine, torununa sıkı sıkı sarılarak betimledi mutluluğunu. Ahmet onların tek çocuklarıydı. Altı yıl önce annesinin ve babasının da kendisi kadar sevdiği Zeliha ile evlenmişti. Münire Hanım yeni servis açmak için mutfağa doğru yöneldiğinde, gelini çoktan elinde tabaklarla geri dönüyordu mutfaktan.
“Melek çok görmek istedi sizi, bizde bir süpriz yapalım dedik.” dedi Ahmet masaya otururken, “Rahatsız etmedik ya?” Selahattin Bey kalın kaşlarını çatarak oğluna bakarken, “O kadar çok rahatsız olduk ki, bir an önce gitseniz diye bakıyoruz!” diye tatlı bir kinayede bulundu. Kısa bir sessizlikten sonra Selahattin Bey’in kahkahalarını takip eden gülüşmeler yayıldı masaya. Melek’in “Babaannemin yemeklerini çok özledim ben.” diyen sesi böldü gülüşmeleri. “Afiyet bal şeker olsun kızıma yemeklerim.”


          Yemekten sonra Zeliha hemen sofrayı topladı. Yaşlı kadının tüm israrlarına rağmen onu oturtup mutfağa gitti. Gelinlerinin bu davranışı çok hoşlarına gidiyordu. Çünkü Münire Hanım da, Selahattin Bey de eskiden böyle görmüşlerdi. Bu onların doğru ve münasip gördüğü bir davranış şekliydi. Melek dedesiyle beraber yere oturmuş, kreşte öğrendiği oyunu öğretiyordu dedesine. Selahattin Bey torununu görünce çocuk gibi olur, onunla oyunlar oynar, şarkılar söylerdi. Bazen ikisi beraber şöminenin karşısına oturup masal okurlardı. Zeliha elinde kahve tepsisiyle geri döndüğünde mutluluğun resmini gördü. Kocası kayınvalidesinin omzuna başını koymuş, kızı ve kayınbabasının oyununu izliyordu.

          Birden odayı düşen yıldırımın maviliği kapladı, saliseler sonra müthiş bir gürültü ve Melek'in çığlığı ile irkildi Münire Hanım. Yakına düşen yıldırımın etkisinden olsa gerek elektirikler kesilmişti. Zifiri karanlıkta sallanan sandalyesinde ileri geri sallanıyordu yaşlı kadın. Torununun çığlığını, gelininin koluna sıkı sıkı sarılışını, önde oturan Selahattin Bey'in elini yüzüne kapatışını, direksiyon başındaki oğlunu ve kocaman kamyonun beş ay önceki gibi hızla üzerilerine gelişini her gece tekrar tekrar yaşıyordu.

          Karanlıkta tek başına kalmıştı Münire Hanım!